İstanbul'da gezilecek yerler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İstanbul'da gezilecek yerler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Şub 2016

HAFTA SONU ETKİNLİĞİ : HİDİV KASRI'NDA KAHVALTI

 Geçtiğimiz hafta sonu Beyhan Hanım'ın davetiyle (Beyhan'ın Mutfağı) Beykoz Çubuklu'da bulunan Hidiv Kasrı'nda düzenlenen Pazar kahvaltısına katıldım.Daha önce katıldığım etkinliklerin aksine ilk kez ailemle birlikte bir organizasyona katıldığımdan benim için çok daha anlamlı ve özel bir etkinlik oldu.

İstanbul'un en güzel yanlarından biri şehrin yoruculuğunu unutturan tarihi mekanları diye düşünüyorum.1907 yılında Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa tarafından yaptırılan ve bu adla anılan Hidiv Kasrı, Art Nouveau tarzındaki görkemli mimarisi,bahçesindeki ağaçları,eşsiz manzarası ve 1996 tarafından bu yana Beltur tarafından işletilen Restoranlarıyla mutlaka gidilip görülmesi gereken yerlerden.
İstanbul'da Kahvaltı
Evimize yakın sayılacak bir mesafede bulunan Hidiv Kasrı'na kısa bir yolculuğun ardından ulaştık.Kahvaltı öncesi bahçede dolaşıp bol bol fotoğraf çektik.Hava oldukça serin olmasına rağmen açık havada yapılan benzer etkinlikler çocuklara çok iyi geliyor.Bu yüzden bizde keyiflerini bozmayarak ortamın tadını çıkarmalarına izin verdik.
Hidiv Kasrı Kahvaltı
 Organizasyona ev sahipliği yapan Beyhan Hanım,Uba Foto Ümit Bey,Şef Şenol Özbay,Konuşan Kalem Serkan Bey ile keyifli bir sohbet eşliğinde kahvaltı mönüsünün lezzetlerini keşfe çıktık.
Hidiv Kasrı Kahvaltı


 Her çeşidinde bin bir lezzet saklı kahvaltılıkların yanında simit üstü kaşar, ve tahinli profiterol çok beğendiğim lezzetler oldular.

Kahvaltı sonrasında Konuşan Kalem Serkan Bey için bir sürpriz doğum günü kutlaması yapıldı.Blogger arkadaşımız Pastacı Kız'ın elinden çıkan kalem şeklindeki pasta hem görüntüsü hemde el yapımı lezzeti ile çok beğeni aldı.

Kahvaltı'nın ardından kasrın içinde minik bir tura çıktık.Ortasında yükselen mermer çeşmesi,vitray tavanı,yapıldığı yıla bakıldığında şaşırtan lavabo ve banyosu,içinde yükselen tarihi asansörü oldukça ilgimizi çekti.



 Özel izinle kullanılabilen asansörü kullanarak kasrın özel detaylarından biri olan seyir kulesine çıktık.Yukarı çıktığımda gördüğüm manzara karşısında büyülenmemek mümkün değildi.Üç cepheden boğaz manzarasını izleyerek hafızamızda kalan güzel görüntülerle son kahvelerimizi içmek üzere aşağı indik.


Siz de şehrin karmaşasından uzaklaşıp eşsiz bir hafta sonu geçirmek isterseniz kahvaltı,yemek ve daha pek çok organizasyonunuza ev sahipliği yapacak Hidiv Kasrı'na uğramanızı öneririm.

Bu güzel güne bizi ortak ettikleri için Beyhan Kadayıfçı'ya,(Beyhaninmutfagi)

Ümit Basar Alkaç'a (@ubafoto) Serkan Karagöz'e (@konusankalemm) Şef Şenol Özbay'a(@chef_ozbay) teşekkürler...



TARİHÇESİ-  http://www.hidivkasri.com/

Hıdiv Kasrı, İstanbul’un Beykoz ilçesinde Çubuklu sırtlarında bir yapıdır. 1907 yılında Mısır’ın son hıdivi Abbas Hilmi Paşa tarafından İtalyan mimar Delfo Seminati’ye yaptırılmıştır. Dönemin mimari modasına uygun olarak art nouveau tarzındadır.

Hıdivlik makamı, Osmanlı İmparatorluğu’nun Mısır valilerine verdiği ünvandır. Osmanlı’nın Mısır valilerinden olan genç yaştaki “Hıdiv Abbas Hilmi Paşa”‘nın,19. yüzyılın sonlarında, Mısır’daki İngiliz nüfuzunu kırabilmek ve Osmanlı Devleti’nden destek sağlayabilmek için uzun süreli İstanbul’da kalması gerekti. Bunun üzerine, 1903 yılında günümüzde kasrın bulunduğu yerde bulunan iki ahşap yalı satın aldı. Abbas Hilmi Paşa bir süre sonra yalılarının arkasındaki ağaçlık yamaçları ve üst düzlüğü kapsayan 270 dönümlük bahçeyi de aldı. Ahşap yalıları yıktıran Abbas Hilmi Paşa, 1907 yılında, 1000 m2 alan üzerine, İtalyan Mimar Delfo Seminati’ye, o devrin mimari modasına uygun olarak Art Nouveau tarzında görkemli bir kasır ve üzerine İstanbul Boğazı’nı gören kule inşa ettirdi.

Mısır’ı işgal eden İngilizler, ülkeye krallık sistemini getirerek, Abbas Hilmi Paşa’nın Hidivlik unvanını elinden aldı. Abbas Hilmi Paşa, tahttan düşürülmesi üzerine İsviçre’ye yerleşerek (ya da sürgüne gönderilerek) burada yaşamını sürdürdü. Paşa’nın ailesi ise Hidiv Kasrı’nda 1937 yılına kadar kaldı. Aynı yıl, İstanbul Belediyesine Hidiv Kasrı’nın satışı gerçekleştirildi.

Uzun süre bakımsız kalan kasır, 1984 yılında Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu adına Çelik Gülersoy tarafından restore ettirildi ve bir süre otel olarak hizmet verdi. 1994-1996 yılları arasında yeniden restore edilen Hidiv Kasrı’nın işletmeciliği, 1996 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kuruluşu olan Beltur’a geçti. Şu anda lokanta ve sosyal tesis olarak kullanılmaktadır. Kasrın bir yüzündeki İstanbul ‘un en büyük gül bahçelerinden olan dış mekanı ve tarihi iç mekanında ayrıca düğün gibi organizasyonlar da düzenlenmektedir. Arkasındaki koruluk ve dik yürüyüş yolu ise spor ve yürüyüş yapanlarca değerlendirilir.

Muhakkak gezilip görülmesi gereken İstanbulun sayılı güzelliklerinden biridir Hidis Kasrı.
Kasrın mimari olarak, Osmanlı mimarisinin dışında, batılı tarzı (art nouveau) vardır. Ana girişin ortasında mermerden ihtişamlı ve anıtsal bir çeşme vardır. Tavanı çatıya varıncaya kadar yükselir ve vitrayla kaplıdır. İçinde çeşitli yerlerinde zarif çeşme ve havuzlar vardır. Bina plan olarak, salonlar arasındaki bağlantılar aracılığıyla havuzun etrafında bir daire çizmektedir. Bu daire sadece giriş holü tarafından kesilmektedir. Bu holdeki tarihi asansör dikkat çekici başka bir detaydır. Üst katta ise özel odalar bulunmaktadır.
Çubuklu İstanbul’da Boğaziçi’nin Anadolu yakasında Beykoz ilçesine bağlı bir semttir. Kuzeyinde Paşabahçe, güneyinde ise Kanlıca bulunur. Çubuklu’nun sırtlarında Mısır’ın son “bağımsız” hıdivi olan Abbas Hilmi Paşa tarafından yaptırılmış olan Hıdiv Kasrı bulunur. Halil Ethem Bey Yalısı semtteki önemli bir diğer yapıdır.

Mermer Salon

Giriş noktasından Mermer salona bir kaç basamakla inilir. Sağ taraftaki duvarda, tavana kadar anıtsal bir çeşme yer almaktadır. Mozaiklerle süslü bu çeşmenin zemine yakın kısmı, mermer bir tekneyle süslenmiştir. Tekneye, Art Nouveau stilinin sevdiği figürlerden, bir kurbağa, su akıtır. Merdivenlerin karşısı ise, boydan boya demir çerçeveli camdır ve oradan, bina yanındaki, etrafımıza çamlarıyla çevrili, geniş iç bahçeye geçilir. Mermer salondaki tüm mermer sütunlar özel cilalanmış, sütunların içlerine ve salonun tavanlarına Türkiye’de ilk defa olmak üzere, yuvarlak çiçek globu şeklinde, pembe-beyaz-yeşil karışımı avizeler yaptırılmış, yandığı zaman, bu bahçe tipindeki salona uyan renkleri ile ” bir peri sarayı ” görünümü vermesi sağlanmıştır.
Mermer Salona, üzerleri yeşil-gri karışımı mermerli döküm masaları, döküm sandalyeleri ve mermerden servis bankosu ayrıcalıklı bir küçük saray havası vermektedir. Mermer salonun bahçe giriş kısmı beyaz marmara mermeri ile kaplanmış, Mermer Salondan bakıldığında, çevresi mazı çamları ile çevrili alanda yüzlerce gülfidanı dikilmiştir. Güller açtığında, gül bahçesi çevresindeki taş gövdeli sütunlar ve üzerindeki fenerlerde yandığı zaman kendinizi gül cennetinde hissedersiniz.

Konkav Salon

Havuzlu orta mekanda, karşıya ilerlendiği zaman, Konkav biçiminde, Kuzeybatı cephesini teşkil eden iki şömineli ve dire parçasını andıran salona girilir. Bu salon, iki kapıyla, önündeki mermer terasa açılır.
Şömineli salonun tüm duvarları ve tavanın ahşap kaplaması, orjinal maun renginde, İstanbul’ un en mükemmel lambrisi binaya ağır alımlı atmosferini sağlamıştır.
Salonda masif porfir sütunların kaideleri ve başlıklarında yer alan bilezikler altın varaklarla kaplanmış salona görkemli bir hava vermiştir.
Şömineli salonun konkav şeklinde uzanan tavanında, dizi kasetlerden üçüne dönemin stiline uygun olarak, kristal ışık dizileri yaptırılmış, göz alıcı güzelliğini arttıran bu aydınlatma sistemi salona ağırlık kazandırmıştır. Devrin üslubunda masa ve sandalyeleri, şömine aralarına, orjinal duvar kanepeleri, duvar aynaları önündeki bronz statüler, tarihi dile getirerek en önemli bir dekor usulü niteliğindedir.
Salonun Boğaz’ a bakan mermer terası, bahçeden bir metre kadar yüksekte olup 24 adet masif beyaz mermerden sütunlar, üstteki yatak katının balkonuna destek sağlar. Bu terastan, eskiden Boğaz’ın içini seyrederek yemek yenirmiş.

Kristal Salon

Binanın ortasındaki havuzlu mekandan, aralık bir kapıyla, salona girildiği zaman ise, sarayın yemek salonlarına geçilmektedir. Bu salon daire biçimindeki şömineli salona da, ara bir kapıyla geçit verir. Şömineli salondan da, yine bir ara kapıyla, tamamı aynalı Kristal Salona, oradan da mermer salona geçilebilmektedir. Böylece bütün salonlar arasında, ortadaki havuzlu mekanı çevreleyen, yuvarlak bir tratik yapmak mümkündür. Bunu sadece giriş halü keser. Kristal Salonda, tavanındaki ve kapı üstlerindeki girlandlar ve sepet çiçekler, altın varakla kaplıdır. Tamamı kristal aynalarla donatılmış olan bu salon, aynaları, tavan kristalleri ve pirinç fenerleri ile muhteşem bir görüntüye sahiptir. Salonda ahşap lambrilerin baş kısımlarına, orjinal motiflerine uygun hareli kumaştan panolar yapılmıştır.

Ahşap Salon

Tamamı ahşap, muhteşem bir lambriyle kaplı giriş salonlarında, ekstra meşe kerestesinden, orjinal motiflerine uygun ahşap parkeler, ahşap duvar, ahşap tavan ve dolaplar maun renginde orjinaldır.

Havuzlu Yol

Havuzlu mekanda binanın tüm ana karakterine”ART NOUVEAU”‘uygun olarak, duvarlar ahşap kaplamalar arasında, 8 adet desenli aynalarla kaplanmış olup bu mermer havuzlu mekan, ayna ve yansımalarıyla zenginleştirilmiştir. Havuzlu holün özelliği sarayın tüm salonlarına buradan ara kapılarla geçilmesi, özel bir asansörün bulunmasıdır.
Binanızı ortasındaki havuzlu salondan, aralık bir kapıyla, sola gidildiği, zaman Saray’ın yemek salonuna geçilmektedir. Yine bu salon daire biçimindeki şömineli salona da ara bir kapıyla geçit verir. Böylece bütün salonlar arasında, ortadaki bu havuzlu mekan, etrafını çevreleyen giriş-çıkış kapıları ile bir trafik noktası görevini yapmaktadır. Bunu sadece giriş holü keser.
Ana giriş kapısı arkasındaki boşlukta yer alan masif merdivenlerden birinci kata çıkıldığı zaman, orta mekan, daire biçimindedir. Tam ortasındaki boşluktan, aşağıdaki havuz ve yukarıdaki vitray seyredilir.

Birinci Kat

Sağ tarafta, aşağıdaki mermer salonun üstünde 6 adet oda yer almıştır, Bunların üçü, önlerindeki geniş bir balkondan iç bahçeye bakarlar. Etrafı porsuk ağaçları çevrili, bu iç bahçe gül fidanlarıyla donatılmıştır.
Alt kattaki şömineli salonun üstüne gelen daire biçimli parça; kendi iç banyoları, tuvaletleri ve banyo odaları olan, iki büyük yatak odasına sahiptir. Tavanları muhteşem bir lambriyle kaplı bu iki salonun birisi, Hıdiv in kendisine aittir. Hıdiv’in yatak odasının iki duvarını kaplayan büyük gardıropları mevcuttur. Gardıropların bir tanesinin ucundaki aynalı kapısı gizli bir geçittir, ortadaki hole çıkar. Hıdiv’in odasındaki sandalye, “Art-deco” kanepesi özelliği taşır. Zamanında acil ve özel durumlarda kullanılırmış.

Kuleler

Birinci kat holünde sol taraftaki ara koridor olan, Güney Batı’ya bakan büyük odaya ve binanın büyük seyir kulesinin asansörüne geçilir. Kuleye ortadaki asansör ile çıkılabildiği gibi, ahşap katlar ve demir aksam’la örtülmüş geniş bir merdivenle de çıkılabilir. Kulenin balkonlu bir orta katı ve açık en üst terası mevcuttur.
Birinci katın merdiven başından sağ kapıya girildiği zaman, dar bir merdivenle servis katına çıkılır. Burada da, çepeçevre 8 adet oda yer almaktadır.
Koridorun ucunda ise, binanın kare biçiminde Cihannüma kısmına çıkılmaktadır. 4 cephesi Manivelayla açılan 4 kepenkle kapalı bu seyir yerinin ortası, merdiven boşluğudur, bir cephesi yan çatıya bakar, üç cephesinden çevre seyredilir.
Bu çatı katıda ayrı ayrı döşenerek bir mutfak ve kata bir duş eklenerek, otel bölümü haline getirilmiştir.
Kuleler ve asansöre çıkan merdiven basamakları, kapıları orjinal döşeme kaplamaları Romanya Köknar Ağacından olup, bu günün birinci sınıf kerestesiyle aynı kalitededir. Kapının restitüsyonu birinci sınıf çıralı çamdan yapılmıştır.
Orjinal kule asansörü halen çalışır durumdadır. Kuleden tüm Boğaz’ı baştanbaşa seyrederek sonsuz yeşillik, deniz ve doğa ile baş başa, çayınızın zevkini çıkarabilirsiniz.

Abbas Hilmi Paşa

Mısır’ın en son Hıdiv’i, Kavalalı Mehmet Ali Paşa sülalesinden Tevfik Paşa’nın oğlu, aslen ve neslen Türk olan Abbas Hilmi paşa 19.12.1944 yılında Cenevre’deki ( Quai du Mant Blanc Ma. 5 ) Leman Gölü karşısındaki köşkünde gece saat üç raddelerinde, ani bir kalp krizinden vefat etmiştir.

Tevfik Paşa

1881 yılında tahta çıkan Tevfik Paşa, İsmail Paşa’nın tam zıddı, uysal, sakin ve tutumlu idi. Tek kadınla, hanedandan bir prenses ile evliydi. Kaderini kabul etmişti. Elinden ekonomik dizginler kolaylıkla alınmıştı. Ülkeyi yabancı nazırlar ve iktisatçılar yönetmeğe başladı. Tasfiye kanunu yapılmıştı.
Mısır kaynıyordu. “Mısır, Mısır’lılarındır” sloganı Milliyetçileri harekete geçirmeye başlamıştı.
Şubat 1881’de Çerkez asıllı Harbiye Nazırı Osman Rıfkı Paşa, ordudan birkaç Mısır’lıyı elediği için, Miralay Arabi’nin itirazları ile Hidiv arada kaldı. Osman Rıfkı Paşa’yı azletti. Milliyetçilere mensup Mahmut Sami Paşa’yı Harbiye Nazırı yaptı. Arabi Paşa’da bir ıslahat komisyonunun başına getirildi.
1881 yılı son aylarında meclis toplandı, olaylar durmadı. Çünkü İngiltere ve Fransa, Meclise bütçe yetkisi vermek istemiyorlardı. Ordunun büyük kesimini oluşturan Vataniler, Meclis ve dayanağı halk, Mısır tarihinde ilk defa olmak üzere, ülkenin kaderine sahip çıkma konusunda anlaşmışlardı. Bu, on bir yıllık Mısır tarihinde, demokratik ilk olaydı. Yabancılarla halk arasında kalan Hıdiv Tevfik Paşa Vatanilerden bir hükümet kurmak zorunda kaldı.
1882 Şubat ayında Mahmut Sami Paşa’yı Başbakan, tam cahil Arabi Paşa’yı da Harbiye Nazırı yaptı.
Yeni hükümetin ilk işi bir grup Çerkez Subayı, Arabi’ye karşı suikast ithamıyla, sürgüne göndermek oldu. Padişah Abdülhamid müdahale edip yargılama belgelerini istedi. Mısır Nazırlar Heyeti bunu fermanı hükümlerine aykırı buldu ve Hıdiv’i düşürmeye kalktı.
İstanbul’da kargaşa çıkmıştı: Bab-ı Ali, Hıdiv’i tutuyor. Abdülhamid ise Said Halim Paşa’yı getirmek istiyordu. Abdülhamit’in Hanedandan olan Said Halim Paşa’ya sempati duyduğu biliniyordu.
Karışıklıktan, İngiltere ve Fransa yararlandı. 20 Mayıs 1982’de harp gemileri İskenderiye’ye getirilip, toplarını şehre çevirdiler. Hıdiv Tevfik Paşa güçsüzdü, Abdülhamid devreden çıkmıyor, vatanileri ” Selam-ı Şahaneler “ve nişanlarla İstanbul’a getirilip, durumu idare etmek istiyor, bu amaçla Derviş Paşa başkanlığında bir heyet Mısır’da iken, bir kıvılcımla İskenderiye sokaklarında bir Arap’la, bir Malta’ lı arasında kavga çıktı. Limandaki Rumlar ve azınlıklar Malta’ lıyı tuttuğundan, kavga savaş halini almış 40 Avrupa’ lı ölmüştü.

16 Tem 2015

Bloggerlar Paylaşıyor ile Hacıbekir Şekercisi'nde Buluştuk

Geçtiğimiz hafta Bloggerlar Paylaşıyor sitesinin kurucusu sevgili arkadaşım Şafak ve site editörü Nihan'ın davetiyle Ali Muhittin Hacı Bekir'in Beyoğlu mağazasında iftar yemeği için biraraya geldik.
Bu organizasyon bizlere aslında pek çoğumuzun tanıdığı ve en az bir ürününü tatmış olduğu Hacı Bekir'i daha yakından tanıma fırsatı verirken bizleri eski İstanbul anılarıyla dolu keyifli bir yolculuğa çıkardı.
Beyoğlu her gittiğimde bana duygu fırtınası yaşatan,mis gibi tarih kokan büyülü bir semt.İşte o akşam tarih kokan bir caddede tarih kokan bir mağazada ağırlandık ve birbirinden güzel lezzetlerle tanışma fırsatı bulduk.
Mağazaya girdiğimizde Hacı Bekir'in dördüncü kuşak torunu olan Hande Hanım bizleri karşıladı.Bir süre vitrinleri gezip ürünleri inceledikten sonra bizler için hazırlanan sofrada lezzetli ev yapımı yemeklerle başlayan akşamımız eşsiz Hacı Bekir lezzetleriyle devam etti.



Benim hafızama Safranbolu'ya gittiğimde aldığım kutu kutu lokumlarıyla kazınan Hacıbekir'de binbir lezzet bulunuyor.



Çeşit çeşit lokumlar,şekerlemeler,badem ezmeleri,pastalar,limonatalar,şerbetler,ev yapımı reçeller...
Lokumlar zaten artık birer simge haline gelmişler.Ancak bunun yanında çeşit çeşit mevsim meyvelerinden hazırlanmış reçeller,limonata ve demirhindi şerbeti takdir edilesiydi.
Benim daha önce denememiş olduğum demirhindi şerbeti Osmanlı saraylarında çokça tüketilen,lezzetli olmasının yanında şifalı görülen bir içecekmiş.
Yemek sonrası sohbetimiz tatlılarla devam etti,Ben triliçe,yaz helvası ve çevirme fondan'ı denemek istedim.Fondan benim için biraz fazla tatlı olsada triliçe ve yaz helvasının lezzeti hala aklımdadır.



Ürünlerin her biri 238 yıllık bir deneyimin bir parçası ve nesilden nesile geçen bir efsane olmuş durumdalar.
Şimdi gelin birlikte Hacıbekir'in geçmişine uzanan nostaljik bir yolculuğa çıkalım ve bu köklü firmayı yakından tanıyalım.

 Bekir Efendi 1777'de İstanbul'a gelerek Bahçekapı'da küçük bir şekerci dükkanı açarak bugüne ulaşan şöhretinin temellerini atar.
Hacı Bekir Efendi Avrupa!dan gelen ''kelle''şekeri havanda dövüp erittikten sonra içine gül,tarçın,portakal ve limon ekleyerek o güne kadar görülmemiş lezzette akide şekerleri elde eder.Böylece adı yavaş yavaş duyulmaya başlar.Ancak şeker ve nişasta kullanarak ürettiği lokum Hacı Bekir efsanesinin temel taşı olur.Yeri hala doldurulamayan bu lokumun tadı ve kıvamı öyle benzersizdir ki batılılar taklit etmeye çalışırken jel şekerlemeleri icad ederler...

Akide ve lokumların ünü saraya ulaşan Hacıbekir Efendi II.Mahmut tarafından Şekercibaşılığa getirilir ve bundan sonra sarayın şekerleme ihtiyacı Hacıbekir Efendi tarafından karşılanır.

İstanbul'da bunlar olurken bir İngiliz gezgin lokumları ülkesine götürüp ''Turkish Delight''ismiyle yakınlarına ikram edince Avrupalılar Türk lokumuyla tanışmış ve bugünkü Turkish Delight ismi yerleşmiş olur.

Hacıbekir Efendi'nin vefatının ardından oğlu Mehmet Muhiddin Efendi daha sonrada oğlu Ali Muhiddin Bey markaya altın çağını yaşatır.
Günümüzde birçok yabancı ülkede temsilcilikleri bulunan Hacı Bekir,İstanbul'daki ilk mağaza olan Bahçekapı Merkez mağazasına ilave olarak Karaköy,Galata,Tepebaşı,Pangaaltı,Çarşıkapı,Parmakkapı,Kadıköy ve bizi misafir eden Beyoğlu şubelerini açmıştır.

Bu eşsiz gecenin sonunda elimizde Hacıbekir lokumlarımız,hafızamızda tatlı anılarla evlerimizin yolunu tuttuk.Lokumlarımızı bayramda sevdiklerimizle paylaşmak için özenle sakladık.
Sizde bir geleneği sürdürüp sevdiklerinizle lokum tadında bir bayram geçirmek isterseniz bir Hacıbekir şubesine uğramanız ya da http://www.hacibekir.com/tr/ adresine uğramanız yeterli.

Mutlu bir bayram geçirmeniz dileklerimle...



3 Haz 2015

Pınarla Hayat ile Hafta Sonu Ada Bulusması

Bu yıl yaz bir türlü gelmek bilmedi.Hatta hafta içi sadece iş yeri penceresinden görebildiğimiz güneş,hafta sonu toptan kaybolup yerini çoğu zaman yağmura bıraktı.
Birkaç hafta önce sevgili arkadaşım Pınar gezisinden bahsedince bu ara hafta sonları sıkça çalışan eşe ve bu yüzden beraberimde götürülmesi gereken iki küçük çocuğa rağmen davetini kabul ettim.

İstanbul'a yerleşir yerleşmez ilk gitmek istediğim yer Adalar,özellikle de Büyükada'ydı.Hafta sonu kalabalığı düşünülerek planlar önce Burgaz sonrasında da Heybeliada üzerine planlar yapıldı ve beklenen gün havanın iyi olması için dua edilerek geri sayım yapıldı.
Sabah Kabataş iskelesinde buluşarak 9.00 vapuruna bindik.Konulan ek sefere rağmen vapur oldukça kalabalıktı.Pek çok kişinin örtü sererek yerlere,merdivenlere oturduğu görüntü hiç hoş olmasada yer bulduğumuza sevinerek yolculuğumuza başladık.
 Bir saat on dakikalık seyahatin ardından Burgazada'ya vardık.Ada'ya girer girmez her sokaktan çıkan faytonlar,bahçesi balkonu bol çiçekli evlerle karşılaştım ve kendimi şehir'de değil de adeta bir tatil beldesinde hissettim.
 Sabahın erken saatlerinde ada sakin,manzara muhteşemdi.

 Kısa bir yürüyüşle ada sokaklarında dolaşarak Sait Faik Abasıyanık'ın şu an müze olan evine vardık.
Bunca yaşanmışlığıyla bu ev ayrı bir yazının konusu olur.Yazarın önceleri yazları annesiyle birlikte kaldığı,hastalığının ortaya çıkmasından sonra ise yaşamının son 10 yılını geçirdiği köşkte insanı düşündüren birbirinden güzel detaylar var.


Heybeliada'ya geçtiğimizde yorgunluğumuzu atmak ve bir şeyler atıştırmak için sahilde bulunan cafelerden birinde oturup sohbet ettik ve bundan sonraki durağımız olan piknik alanına gitmek için plan yaptık.
İstanbul'a atama istemeden önce alternatiflerimizden biri de Heybeliada'ydı.Ada'yı görünce acaba mı demeden edemedim.
Fayton ve bisikleti bol olan bir yolda havanın tadını çıkarak yarım saate yakın bir süre yürüdük.Değirmenburnu Tabiat Parkı muhteşem manzarasıyla güzel bir gün geçirmek için oldukça ideal.İster mangalınızı yakın isterseniz kahvaltınızı yapın.Burada içeceğiniz bir bardak çay bile tüm yorgunluğunuzu atmaya yetecektir.
Üstelik piknik masalarının hemen yanında bulunan park sayesinde çocuklar da pek bir mutlu oluyorlar.
Biz kendi aramızda organize olup evden kendi hazırladığımız yiyecekleri getirdik.Uneller ise Pınar aracılığı ile bize sürpriz yaparak günümüze lezzet kattı.
Günün bundan sonraki kısmı bol bol sohbet ederek birbirimizi daha yakından tanımakla geçti.




Pınar'ın bizler için elleriyle hazırladığı çiçekli taçlar,lezzetli kurabiyeler ve bu günü hiç unutmamızı sağlayacak anı kartları sayesinde hepimizin yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşti.



Son olarak evlerimize dönmeden önce bir ayak selfiesi olmazsa olmazdı.Sahilde içilen son kahvelerin ardından cebimizde güzel anılar biriktirmiş olarak vapura bindik ve evlerimizin yolunu tuttuk.
Son fotoğrafta günün bitmek tükenmek bilmeyen enerjisinin sarj olmaya çalışması üzerine olsun...
Bizi organize ederek bu güzel günü geçirmemizi sağlayan Pınar'a çok çok teşekkür ediyor ve buradan çok çok sevgilerimi gönderiyorum.

Kimlerle birlikteydik?

Tasarım:Sawako Kuronuma